Bu yazıda geçtiğimiz Nisan ayı içerisinde okuduğum kitaplar, izlediğim film ve diziler üzerine yorumlarımı aktaracağım. Sizin de izlediğiniz dizi ve film varsa düşüncelerinizi yoruma yazın, konuşalım :)

FİLMLER

HEAT: 1995 yılına ait olan bu filmde başrollerimizi Al Pacino ve Robert De Niro paylaşıyor. De Niro’nun bir soygun çetesine liderlik yaptığı bu filmde Al Pacino ise vazgeçmeyen, kararlı bir polis amirini canlandırıyor. Benim bu filme puanım 10 üzerinden 8 çünkü hem De Niro hem de Pacino oyunculukları ile filmi çok ileri seviyeye taşımışlar. Şu an hatırladığım kadarı ile bu 2 oyuncunun film boyunca karşılıklı oynadıkları sadece 2 sahne var. Birisi bu 2 karakter arasındaki savaşın başladığı, diğeri de bittiği sahneler. Yazılıp çizilenlere göre Al Pacino ve Robert De Niro arasında kıyasıya bir rekabet olduğu için 2 oyuncunun bir araya gelmekten kaçınmışlar.Bu filmi kesinlikle izlemenizi tavsiye edebilirim.

CONTRABAND: 2012 yapımı bu filmde başrolü Mark Wahlberg oynuyor. Ana karakterimiz olan Chris Farraday eski bir kaçakçı fakat bu işleri bırakıp aileisne odaklanmış bir hayat sürmekte iken kayınbiraderinin batırdığı bir kaçakçılık işi yüzünden kendini bir anda yeni bir kaçakçılık işinin ortasında buluyor. Film tamamen sürekli işlerin ters gitmesi vesilesiyle ortaya çıkan gerilim üzerinden yürüyor. Benim filme puanım 10 üzerinden 6. Böyle aklınızda bir film yoksa ve çok düşünmeden bir şey açayım izleyim derseniz o an için iyi bir film olabilir ama düşünüp seçilip oturup izlemek için ideal bir film değil.

LIAR LIAR: 1997 yapımı olan bu filmde başrolümüz Jim Carrey tarafından canlandırılıyor. Ana karakterimiz olan Fletcher Reede tamamen yalan dolan üzerinden işlerini yürüten ve parasını kazanan bir avukat. Reede’in oğlu Max bir doğum gününde babasının 1 gün boyunca yalan söyleyememesini diler ve dileğinin kabul olması ile olaylar gelişir. Benim bu filme puanım 10 üzerinden 7. Eğlenceli bir 2 saat geçirmek için ideal bir film. Jim Carrey’nin Truman Show ve The Mask filmlerinden sonraki en iyi filmi bu film olabilir belki de. 1998 Altın Küre ödülü için bu filmdeki performansı ile aday gösterilmiş fakat ödülü As Good As It Gets filmindeki rolü ile Jack Nicholson almıştır. Jim Carrey 1998’de alamadığı Altın Küre’yi ertesi sene The Truman Show filmiyle almıştır.

L.A. Confidential: 1997 yapımı başka bir film olan bu filmde başrolleri Kevin Spacey, Russell Crowe, Guy Pearce ve James Cromwell paylaşıyorlar. 1950’lerin Los Angelas’ında geçen bu filmde idealist bir polis,ortada kalmış polisler ve kirli polisler ile bu kirli polislerin yol açtığı olayların soruşturulması ile ilerliyor filmimiz. Benim gözümde filmin kurgusu çok iyi oturtulmuş. İlk 1 saat ile ikinci 1 saat arasındaki olayların bağlanması ve çözümlenmesi çok iyiydi. Sizi ters köşe yapacak unsurlar da barındırıyor içerisinde. Benim bu filme puanım 10 üzerinden 8. İzlemenizi kesinlikle tavsiye edebilirim.

THE MULE: 2018 yapımı olan bu filmde başrolümüz Clint Eastwood tarafından canlandırılmıştır. Earl Stone adındaki ana karakterimiz 80’li yaşlarına gelmiş fakat artık 5 parasız bir duruma düşmüş, vakti zamanında iş güç için ailesini oldukça ihmal etmiş, hatta kızının düğününe bile gitmeyi ihmal etmiş bir kişidir. Torununun nişanı için gittiği yerde kendisine taşıma yapması ve sadece sürmesi için yapılan teklifi kabul etmiş ve teslimatlar yapmaya başlamıştır fakat uzunca bir süre ne taşıdığı ile hiç ilgilenmemiştir. Fakat bu durum uzun sürmeyecektir, hem Stone hem de uyuşturucu ile mücadele birimi için olaylar giderek karmaşık hal almaya başlayacaktır. Benim bu filme puanım 10 üzerinden 7’dir. İlerlemiş yaşına rağmen Clint Eastwood hem başrolü oynamış hem de yönetmenlik yapmıştır ve halen kendisinde iş olduğunu göstemriştir. Filmin en etkileyici sahnelerinden ikisi filmin sonunda yer alıyor ve gerçekten aklımda sağlam yer etmişler. Güzel bir filmdir, izleyiniz.

FOUR BROTHERS: 2005 yılına ait olan bu film bir soygun sırasında onları evlat edinmiş anneleri öldürülen 4 kardeş etrafında şekillenmektedir. 4 kardeş Mark Wahlberg, Tyrese Gibson, André Benjamin ve Garrett Hedlund tarafından canlandırılmaktadır. Mark Wahlberg tarafından canlandırılan Bobby Mercer karakteri polisin olayın üstüne kendi başına gitmemesi yönündeki uyarılarına kulak asmaz ve annesini öldürülenlerin peşine düşer. Fakat bu peşine düşme işi daha da büyük olayları beraberinde getirir. Benim bu filme puanım 10 üzerinden 7. Bir akşamı değerlendirmek için güzel bir film olabilir kendisi ama mesela The Mule gibi izleyiniz de diyemiyorum çünkü onun kadar etkileyici gelmedi bana.

PATRIOTS DAY: 2016 yılına ait olan bu film 2013 yılındaki Boston maratonunda yaşanan patlamayı konu alan bir film. Başrolünü Mark Wahlberg’ün oynadığı bir başka film. Filmin konusu bu patlamayı gerçekleştirenlerin peşine düşülmesi ve yakalanmaya çalışması etrafında dönüyor.

DİZİLER

Nisan ayına dönüp baktığımda 3 diziye devam etmişim. Onlar da şöyle:

FRIENDS: Yayın hayatına 1994 yılında başlamış ve 2004 yılındaki finaline kadar 10 yıl yayınlanmış olan bu dizi Netflix’e gelince ben de izliyeyim dedim. Bilmeyenler için, dizi 6 yakın arkadaşın arkadaşlık ilişkileri etrafında dönüyor. Bir stüdyo dizisi, gerçek mekanlarda çekim yapılmamış. Bu nedenle dizide geçen mekanlar sınırlı. Monica’nın evi, karşı komşularının evi, Central Perk adındaki bir cafe bölümlerin genel olarak geçtikleri yerler. Dizinin birinci sezonunu izleyebildim Nisan ayı içerisinde. Dizi kendini sarıyor ve izlettiriyor.

PARKS AND RECREATIONS: Nisan ayı içerisinde dördüncü sezonunu bitirdiğim bu dizide ana karakterimiz Leslie Knope’un belediye meclis üyeliği için koyduğu adaylığı, Ben Wyatt ile olan ilişkisi ve seçimlere giden süreç anlatılıyor. Karakterlerimiz yine kendilerinden beklenen şekilde olaylar içinde komik yönlerini sergiliyorlar.

DRIVE TO SURVIVE: Aslında buna dizi demek çok doğru olur mu bilemedim ama ayrı bir kategoride değerlendirmek yerine bu kategoride bahsedeyim dedim. Formula 1’in 2020 sezonu hakkında hazırlanmış bir belgesel Drive To Survive. Aslında F1’in 2020 sezonunu anlatan bu sezonu Drive To Survive’ın 3. sezonu. Daha önce 2018 ve 2019 sezonlarını anlatan sezonları da yayınlanmıştı. Drive to Survive’da bizim F1 basını ya da yarışlarda göremediğimiz, bilemediğimiz noktalar bize aktarılıyor. Bunun yanı sıra da hem F1 sürücüleri hem de takım patronları ile yapılan mülakatlarda olaylar hakkındaki düşünceleri onlardan alınıyor ve bu röportajlarda basına verilmemiş demeçler de yer alabiliyor. F1’e ilgisi olan arkadaşların keyifle izleyeceği bir belgesel dizisidir.